Türkiye Hahambaşısı Müşaviri Sayın Hayim Kohen Yanarocak'ın 1986 Neve Şalom Sinagoguna yapılan terör saldırısı sonucu katledilen kardeşlerimizin anmasında yapmış olduğu konuşma

Neve Şalom – Barış Vahası. Mimar Elio Ventura ve Bernard Motola’nın projeleriyle bu kutsal mekanı 64 yıl evvel, 25.Mart.1951 de cemaatimize kazandıran, adının Barış Vahası olmasına karar veren o günkü yöneticilerimiz, bu adımı atarlarken acaba neler düşünmüşlerdi ? İleriki yıllarda yapılacak olan düğün, barmitzva, bayram, şabat ve diğer birçok kutlamalardaki sevinçleri, mutlulukları, hiç dilemeksek de hayatın kaçınılmazı olan üzüntüleri, kederleri, nasıl hayal etmişlerdi?

Ya 6.Eylül.1986 sabahı, her hafta olduğu gibi, o haftada sadece Tanrıya yakarmak, ibadet etmek, aileleri, sevdikleri için, tüm insanlık için, barışı, iyiyi dilemeye gelen kardeşlerimiz, o sabah birbirlerini Şabat Şalom – Barış, huzur dolu Şabat şeklinde selamlarlarken, böylesine bir felaketi öngörebilmişlermiydi? Bir önceki akşam Şabat sofrasının etrafında ailece toplandıklarında, babaların "Yisa Adonay Panav Eleha veyasem leha Şalom", "Aşem sana yüzünü çevirsin ve sende barışı yürütsün" diyerek   evlatlarını kutsadığı, evlatların babalarca kutsandığı, eşlerin kocaları tarafından övüldüğü saatlerde, kelimelerin tarif edemeyeceği bir  acıya doğru gittiklerini düşünebilmişlermiydi?

Yaşamın her şeyden değerli olduğu, bir insanın hayatını kurtarmanın dünyayı kurtarmak olarak anlaşıldığı, Tora’mızın bizlere verdiği 613 emrin 609 tanesinin insan hayatı kurtarmak adına ihlal edilebileceğini, hatta bu durumun teşvik edildiğini bilen bizler, kesinlikle böyle bir şeyi düşünemezdik.

Bu acının yaşandığı 1986 da, 28 yaşında bir genç olarak, cemaat içinde bir takım görevler almaya başlayan ben de, o sabah uyandığımda, birkaç saat sonra böylesine bir felaketin haberiyle sarsılacağımı düşünemezdim. 10 Eylül 1986 Günü, yıkılmış, harap olmuş barış vahasında yapılan cenaze töreninde, başta kaybettiğimiz kardeşlerimizin ailelerinin ve onların birer yakını, akrabası, parçası olan tüm katılanların, aynı acıyı hisseden, insan olan herkesin tahammülünü anlayabilmiş değilim. O yıllarda cemaatimizde önemli görevlerde bulunan Hayim Eliezer Kohen’in, koro odasında ki mikrofondan, tören programının, vereceğim sesli talimatlarla yönlendirilmesi görevini bana verdiğinde, bu görevi nasıl kabul edebildiğimi, sesim titremeden, bekli de titreyerek, verdiğim komutlarla merasim akışını yürütmeyi nasıl becerebildiğimi de bunca geçen yıla rağmen halen anlayabilmiş değilim.

Bu noktada bizlerin yapabileceği veya yapması gereken, hatırlamak, hiç unutmamak, hatırlatmak, unutulmasına izin vermemek. İtirazımızı yüksek sesle sürekli olarak haykırmak, sürdürmek. Elie Wiesel’in dediği gibi, "Adaletsizliği engelleyecek gücümüzün olmadığı zamanlar olabilir. Fakat itiraz etmediğimiz bir zaman asla olmamalı". Muhakkak ki bu korkunç katliamı sürekli gündemde tutmak, dibini taramak ne kolay, ne de hoş. Ancak bunu yapmamız şart. Çünkü bazıları, dün yapabildiklerini, yarında yapmaya teşebbüs edebilirler. Umalım ki bu acı olaydan 17 yıl sonra yaşadığımız eş zamanlı sinagog saldırıları gibi olaylar vasıtasıyla daha önceki acıları hatırlamayalım.

Bazı felaketler vardır, "Geçti artk" dedikten sonra geçmez. Bazı yazılar vardır, konulan son noktadan sonra bitmez. Bazı konuşmalar vardır, tamam dan sonra son bulmaz. İşte bu acı da, hiçbir zaman geçmeyecek. Bu konuşma sonlanmayacak. Bu yazıya son bir nokta konulmayacak. Her zaman canlı, her zaman güncel kalacak.

Sözlerime son verirken, 29 yıl evvel kaybettiğimiz 22 kardeşimizin yüreğimde hissettiğim acılarıyla, başta ailelerine olmak üzere, yakınlarına, sevenlerine, tüm insanlığa, başsağlığı ve sabırlar diliyorum.