TMC Başkanı İshak İbrahimzadeh'in İftar Daveti Konuşması
Sayın Valim, Sn Büyükşehir Belediye Baskanım, Başkanlarımız, Sayın Emniyet Mudurü Valimiz, Sevgili Hahambaşım, Değerli misafirler, Darülaceze’mizin sayın başkanı Aylin Hanım, ekibi bizleri aralarına kabul eden bu kutsal mekanın sayın sakinleri, ve kendileri adına söz almaktan ayrıcalık duyduğum sevgili cemaatim.
14. sünü düzenlediğimiz iftarımızda tekrar hep birlikte olmanın mutluluğunu bizlere yaşattığınız için teşekkür ederim ....
Hoş geldiniz, orucunuz makbul olsun.
Yarın sabah bizler de sahur saatinde sizlerle birlikte oruca kalkacağız.
Sene içine dağılmış olan 6 orucumuzdan 1 tanesini tutabilmeye çalışacağız ve 3 haftalık bir hüzün ve özeleştiri sürecine gireceğiz.
Bu orucun nedeni bundan 2000 yıl önce Roma istilası sonucu yıkılan ve sürgüne gönderilen Yahudilerin başkentleri olan Yeruşalayim’in düşüşünün başlangıcı olması…
Her ne kadar tarih kitapları dönemin en büyük gücü olan Roma orduları karşısında Yeruşalayim’in düşmesinin doğal olduğunu yazsalar da bilgelerimiz ve hahamlarımız şehrin düşmesinin "tek" sebebini şehri savunanların birbirlerine duydukları "gereksiz nefret" olduğunu belirtirler.
Nefret ve yarattığımız önyargılar ilk insandan beri toplumların "en büyük düşmanı" olmuş ve olmaya devam etmektedir.
Bugün de dünyamızda ve maalesef yaşadığımız coğrafyada bunun sonuçlarının en "acı" örneklerini görebilmekte, yaşamaktayız.
Bütün bunların en büyük acısını ise hangi tarafta olursa olsun anneler, annelerimiz çekiyor.
Kutsallarımız toplumsal barış yerine, toplumlar içi ve toplumlar arası nefreti körüklemek için kullanılırken büyük bir çoğunluğumuz buna sessiz kalabiliyor, ortak yaradanımızın "sevgisini" içimizde ve aramızda yaratmak yerine en başta "O"nu katlediyoruz.
Semavi inançların mensubu bizler "tek" olan yaradanımızın öğretilerini bu iftar soframızda yaşadığımız şekliyle dünyamıza taşıyamıyor ve “İnsanlık” olarak hepimiz tekrar sınıfta kalıyoruz.
Bütün bu toplumsal felaketlerin başlangıç noktası ise nefret söylemleri.
Her ne kadar bunların "söylem" olduğu ve herhangi bir fiziki bir kastı olmadığı iddia edilse de söylemlerle oluşan benlikler önce birbirlerini tanımayanlar arasındaki ön yargıyı pekiştiriyor ve daha sonra bu ön yargılar durumundan vazife çıkardığını zannedenler tarafından aksiyon haline getirilebiliyor, getiriliyor.
Zamanla alışkanlık ve sonucunda farkındasızlık yaratabilen ve kendimizi haklı çıkarabilmek için bir öteki yaratan bu söylemlerle şahsım dahil, her kimden gelirse gelsin mutlaka mücadele etmeliyiz.
Yurdumuzda da bu tip söylemlerin yarattığı ötekileşmeyi, yalnızlığı ve tehdidi hisseden bizler de maalesef son dönemlerde de bu konuya hassasiyet göstermekte bencil davranıldığını görebiliyoruz.
Toplumsal sorunlarımızın nedenini ararken ürettiğimiz komplo teorilerimizde ‘Yahudi’ parmağını ısrarla aramak, bağlantı kurmaya çalışmak, 'Yahudi' kelimesini, dinimizi suçlunun veya 'suçun' yeterli sebebi veya kanıtı gibi göstermeye çalışmak, Hitler gibi canilerin arkasına sığınmak ve daha acısı bunu 'ama öteki Yahudilere söyledik, bizim Yahudi'lerimize degil' benzeri sözlerle açıklamak, ve bunu yapanların arasında toplumun sanat, siyaset, akademisyen, medya gibi çeşitli kesimlerinin önde gelen temsilcilerinin dahi olabilmesi....
Çoğumuzun ise şu veya bu sebeple sessiz kalarak bunu özümsemesinin Yahudi inancının mensubu bizlerde yarattığı yalnızlığı da paylaşmak isterim.
Belki bizler de, geçmiş acı olayların yarattığı kayıpların üstümüzde yarattığı çaresizlik, 500 yıldır halen Yahudi bir "vatandaş" olarak görülememenin azınlık hissi, konunun özünden kopup siyasileştirilmesi çekincesi ve tüm bunların oluşturabildiği, halen hedef gösterilmenin oluşturduğu yalnızlık ve korkunun da etkisiyle 'hukuk sistemimizin' adaletine önyargı ile yaklaşıp bu konuları adalete taşımak da gereken medeni cesareti gösteremedik.
Resen harekete geçebilecek hukuk sistemimiz ve bizlere 500 yıl evvel kalplerini ve kapılarını açan anlayış da hareketsiz kalınca, bu mübarek Ramazan akşamı bu duygularımızı sizlerle ortak bir gelecek anlayışının umudu ve samimiyeti ile paylaşmak istedim.
İçimizdeki ötekileşmeyle samimiyetle mücadele edemezsek dışımızdaki dünyanın her neresinde olursa olsun gelişen ırkçılık, islamafobi ve en geniş tanımıyla ayrımcılıkla olan mücadeleye örnek bir şekilde katkıda bulunabilir miyiz? ve daha önemlisi kendi iç barışımızı sağlayabilir miyiz ?
Her ne kadar nefret yasalarının işlevliğe sokulması her türlü ayrımcılığın karşısında bir çözüm olsa da ve bu konuda samimi adımları cesaretle ve her hangi bir hesap yapmadan ve daha fazla gecikmeden atmamız gerekse de, gerçek çözüm medeniyeti dünyaya hediye eden bu topraklarda bu gibi söylem sahiplerini önce farkındalığını sağlayabilmek ve başaramıyorsak hep bir ağızdan reddedebilecek seviyeye çıkabilmektir.
Bu bağlamda yapılan çalışmalara, özellikle Holokost’un yalnızca bir Yahudi Soykırımı olmasının ötesinde, bunu insanlığın en acı yüzkarası olarak gören ve bu sapıklıktan almamız gereken dersleri en geniş anlamıyla destekleyen Dış İşleri Bakanlığımız nezdinde devletimize takdirlerimizi de sunmak isterim.
Bu konuda ki diğer bir örnek faaliyette bir çok üniversitemizde ki sosyal kulüpler tarafından düzenlenen "Yaşayan Kütüphane" günleri.
Bu faaliyetlerde önyargılarımızın olabildiği Yahudisi, Türbanlısı, Ermenisi, Eşcinseli, Mahkumiyet yaşamışı, Kürdü, Engellisi gibi farklı gruplardan temsilciler öğrencilerle buluşup onların her türlü sorusuna karşılıklı örnek bir medeni anlayış içinde cevap veriyorlar.
İşte bu faaliyetlerden birinde Cenk ve Ali Osman ile tanıştım. Bugün Ali Osman ve arkadaşları da aramızdalar, Kendilerine bizimle birlikte olup, iftarımızda görev de aldıkları için teşekkür ediyorum.
Down Sendrom'lu bu iki kardeşimiz soru sormak için gelmişlerdi ve ilk sorularında onlar yerine kendi önyargılarımı kırdım. Gördüm ki onların hayatında ne önyargı var, ne de nefret. Tek farkları olan bir fazla kromozom’un adı "sevgi kromozomu"
ve bu onları bizden daha farklı ve insancıl yapıyor. Daha sonra tekrar buluştuğumuzda gördüm ki anne ve babaları onların üzerine titriyor.
Bu şekilde de aramızda yalnızca sevgiden oluşan "sade" fakat bir o kadar da kuvvetli bir bağ oluştu.
Ancak bu kardeşlerimizin önlerinde saygı ile eğildiğim aile büyüklerinin bir endişesini de gözlerinde görebiliyoruz. Bu da her türlü sevgiyi bu mübarek çocuklarımıza en özverili şekilde veren ailelerin kendilerinden sonra bu kardeşlerimize aynı sevgiyle sahip çıkılamayacak olmasından duydukları endişe.
İşte sevgili kardeşlerim aç kalarak açlığı değil ancak açlık içinde olanı anlamamız için yaradanımızın bizlere verdiği bu oruç ibadetinde bizler de hep birlikte el ele vererek bu kardeşlerimizin geleceği için örnek bir mekânı yaratabilir ve bu şekilde hem ailelerimizi mutlu eder hem de birlikte ürettiğimiz projelerle önyargılara ve nefrete en etkili cevapları verebiliriz.
Biz Musevi Cemaati devletimizin önderliğinde gerçekleşecek bu tip projelere manen ve madden katkı sağlamaya hazırız.
Sözlerime son verirken yaklaşmakta olan Ramazan bayramının ülkemize, bölgemize ve dünyamıza barış getirmesini diler, bizleri onurlandırdığınız için hepinize tekrar tek tek teşekkür eder sevgiyle kucaklarım.