Avukat Nusret Kadri Soycan'ın derlediği araştırmaları, anıları ve düşüncelerini içeren yazı Şalom Gazetesi'nde yayınlandı. Soycan, anılarından yola çıkarak, bir dönem Edirne Yahudileri'nin tarihini, 1934 Trakya olayları ile II. Dünya Savaşı ve gölgesindeki gelişmeleri değerlendiriyor
Edirne'de Yahudiler
Edirne'nin hemen dikkati çeken özelliklerinden biri yapıların mimarisidir. Özellikle Sarraflar Caddesi'ni inerken, sağınıza düşen dükkânların mimarileri çok değişik ve ilginçtir. Bu yapılar, bir zamanlar İspanya'dan gelip buralara yerleşen Yahudilere aittir. Bugün, bu şehirde tek bir Yahudi dahi bulunmuyor. Onlardan çok görkemli; fakat harap bir Sinagog ile bir Yahudi Mezarlığı'ndan başka bize kalan hiçbir iz yoktur.
Oldum olası bu zeki, çalışkan ve uygar insanlara karşı her zaman bir hayranlık beslemişimdir. Bunun nedeni ortaokuldan arkadaşım olan İsrail Pesenlik'ten dolayı olabilir. Ortaokulda benim numaram 200, İsrail'inkini ise 201 idi. Sirkeci'de iki katlı bir evde babası ve kardeşleri ile birlikte kalıyordu. Annesi o küçükken vefat etmişti; bu yüzden Anneler Günü'nden hoşlanmazdı. Okulda herkes annesine verdiği hediyeleri birbirine anlatırken, bir kenara çekilir; sessiz sessiz ağlardı. İsrail benim en iyi arkadaşımdı... Çok zekiydi. Din derslerinden muaf olduğundan, hocamız Saadettin Bey onu en arka sıraya oturtur; başka derslerini çalışmasını isterdi; ama İsrail yine de dersi takip eder, Müslümanlığı öğrenmeye çalışırdı. Hiç unutmam; bir gün din dersinden sözlü sınav olacaktık. Hocamız Saadettin Bey, bizi teker teker kaldırıp Kelime-i Şehadet getirmemizi istedi. Bazı arkadaşlarımız getiremediler. Bunun üzerine kim getirecek diye sorduğunda arkalardan bir parmak kalktı. Parmağın sahibi İsrail, doğru bir şekilde Kelime-i Şehadet getirdi. Dahası tüm namaz dualarını bile ezbere bilirdi. Namaz kılmasını, abdest almasını her şeyi öğrenmişti. Hocamız ara sıra bizi utandırmak için, namaz hakkında sorduğu soruları ona yöneltir; sonra bize dönerek "bakın görün, İsrail'den örnek alın! O bir Musevi olduğu halde sureleri ve namazı sizden iyi biliyor" derdi.
Onu mezun olduktan sonra hiç görmedim. Bir ara Yıldız Teknik Üniversitesi'nde öğretim üyesi olduğunu duymuştum o kadar...
Bu vesile ile Trakya Yahudileri konusunda internet üzerinden yapmış olduğum araştırmalardan edindiğim bazı bilgileri, burada okurlarla paylaşmak istiyorum.
Milattan Önce 4. yüzyılda Anadolu'da Yahudi izlerine rastlanmasına rağmen, en belirgin olanı Sultan II. Bayezit'in 1492 yılında yurtları İspanya'dan kovulan on binlerce Yahudi’ye Osmanlı kentlerinin kapılarını açmasıyla, günümüzdeki Türkiye Yahudi Toplumu'nun asıl temelleri atılmış sayılmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu'nun tüm büyük liman kentlerinin yanı sıra, Edirne, Manisa ve Amasya gibi kentlere de yerleşen İspanyol Yahudileri, kendi zanaatları arasında silah yapımı ve matbaacılığı da yanlarında getirmişler; ayrıca kısa süre içinde ülkenin çeşitli illerinde idari ve mali mevkilere de atanmışlardı. Bu bağlamda, II. Bayezid'in, Yahudileri ülkesinden kovan İspanyol kralı Ferdinand hakkındaki şu sözleri tarihe geçmiştir: "Böyle bir kralın zeki ve akıllı olduğunu söyleyebilir misiniz? Kendi ülkesini fakirleştiriyor ve benim imparatorluğumu zenginleştiriyor!"
Cumhuriyetin İlanından Sonra Yahudi Yaşamı
Türkiye Yahudilerinin bu dönemdeki yaşamı, ilginç bir beyanla başlar. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırları içinde kalan azınlıklara hak ve imtiyazlar tanıyan Lozan Antlaşması, Yahudilerin haklarını da tanımlarken; Türkiye Yahudi Cemaatleri, bu haklardan resmen vazgeçtiklerini beyan ederler. Dahası, böylelikle birtakım önemli ayrıcalıklara kavuşacak olan birçok yabancı uyruklu Yahudi, Türk vatandaşlığına geçerek, yüzyıllardır birlikte yaşamış oldukları Türk halkı ile kader birliği edeceklerini göstermiş olurlar.
Ne var ki, Lozan öncesi olduğu gibi, 1930'lu yıllarda da "Tasviri Efkâr", "Cumhuriyet" ve "Son Saat" gibi gazeteler ile "Milli İnkılâp" gibi dergilerde, sürekli bir Yahudi düşmanlığı sergilenmektedir. Başta bu yazıların etkileşimi ile 1934'de Çanakkale'de Yahudilere karşı ticari bir boykot ilan edilir ve hemen ardından ise Trakya'nın bazı kent ve kasabalarında Yahudi ev ve dükkânlarına karşı saldırılar düzenlenir.
Nazi döneminde Avrupa'yı kasıp kavuran Yahudi düşmanlığı, Türkiye'deki bazı çevrelerce körüklenmeye çalışılmışsa da, başbakan Celal Bayar'ın "Yurdumuzda bir Yahudi meselesi yoktur... Dış etkiler altında yapmacık bir Yahudi sorunu yaratmaya niyetimiz de yoktur" şeklindeki isabetli sözleri, devletin resmi tutumunu da göstermiş olur.
Trakya'da 1934 Olayları
Trakya olaylarının meydana gelişinde Nihal Atsız'ın ne kadar etkili olduğu şu ana kadar yayımlanmış incelemelerde yeterince vurgulanmamıştır. Atsız 31 Temmuz 1933 tarihine kadar Malatya'da Türkçe öğretmenliği yaptıktan sonra Edirne Erkek Lisesi'ne edebiyat öğretmeni olarak atanmıştır.
Nihal Atsız Edirne'de iken Orhun Dergisi'ni yönetmeye başlamış; Edirne'de öğrencileri ve halkı nezdinde büyük rağbet görmüş ve hatta görevi sona erip Edirne'den ayrıldıktan sonra bile Orhun dergisi rağbet görmeye devam etmiştir. Edirne'de hayranları arasında Trakya olaylarında "büyük hizmetleri geçmiş" olan Körmutlu İbrahim Ağa da bulunuyormuş. Atsız'ın Edirne'deki öğretmenliği sırasında öğrencisi olan Mehmet Orhun bunu şöyle ifade etmiş: "O zamanlar savaşların pekiştirdiği (Körmutlu) İbrahim Ağa, kendisinden daha genç, 28 yaşındaki Atsız Bey'in başta gelen takdirkârlarından idi... Atsız Edirne'de öğretmenlik yaptığı kısa süre zarfında yayınlarıyla yöre halkını Yahudilere karşı kışkırttı."
28 Haziran ila 4 Temmuz tarihleri arasında Çanakkale, Keşan, Uzunköprü, Kırklareli ve Edirne'de yaşayan Yahudilere karşı aynı anda saldırılar meydana geldi. Çanakkale ve Keşan'da yaşayan otuz ila kırk Yahudi ailesine şehri 24 saat içinde terk etmeleri ihtar edildi. Bunun üzerine Yahudi aileler, buralardan apar topar kaçtılar. Aynı ihtarla karşı karşıya kalan Uzunköprülü Yahudiler, üç günlük bir ek süre temin edebildiler ve bu üç gün içinde ellerindeki taşınır ve taşınmaz malları satmaya çalıştılar.
En kötü olaylar ise Kırklareli'nde meydana geldi. Oradaki Yahudiler bıçaklandılar ve dövüldüler. Bu saldırılar ertesi gün de devam etti. Saldırganlar Kırklareli hahamını yakalayıp çırılçıplak soydular ve sakalını kestiler. Yağmacılar bazı genç kızların yüzüklerini almak için parmaklarını dahi kestiler.
Edirne'deki olaylar ise şöyle seyretti. Resmi makamlar, Edirne mezbahasında hahamlar nezaretinde Yahudi şeriatına uygun bir şekilde yapılmakta olan et kesiminin devam etmesini yasakladılar. Yahudi işçilerin işlerine gitmelerini önlediler. Yahudi tüccar ve esnafa ait işyerlerinin boykot edilmesini kolaylaştırdılar ve boykota göz yumdular. Paniğe kapılan Yahudiler bu durumu valiye şikâyet ettiler. Vali kendilerine bu davranışlarda olağanüstü bir durum olmadığını, Edirne halkının Yahudilerin Edirne'den ayrılmalarını istediğini ve dolayısıyla Yahudilerin kenti terk etmelerinin daha doğru olacağını söyledi!
Trakya'da bu cidden garip ve insanlık dışı olaylar, kışkırtmalar ve yayınlar devam ederken; 1933 yılından itibaren Nazilerin Almanya'daki durumlarının giderek kuvvetlenmesi; pek çok kurumda ve özellikle de üniversiteler üzerinde ırkçı Nazi baskısının yoğunlaşması, birçok Yahudi bilim adamının ülkelerini terk ederek değişik ülkelere ve bu arada Türkiye'ye de gelip sığınmalarına yol açmıştı.
Türkiye'ye gelen profesörler, sadece Musevi oldukları için Naziler tarafından görevinden alınan, alanlarının en ünlü ve en önemli hocalarıydı. Çalışma ekonomisti Alfred Isaac, ekonomist ve sosyolog Alexander Rüstow, Roma Dilbilimcisi Leo Spitzer, Roma Hukuku profesörü Andreas Schwartz, Ceza Hukuku profesörü Richard Hönig, kütüphaneci Walter Gottschalk, uluslararası ticaret hukukçusu Ernst Hirch, sosyolog ve ekonomist Profesör Gerard Kessler, şehir planlamacısı Ernst Reuter, ekonomist Fritz Neumark bu parlak isimler arasındaydı.
Türk Üniversitelerinde yeni kürsüler, kütüphaneler, öğretim sistemleri kurdular; pek çok bilim dalının temellerini attılar ve şehir planları da yaptılar. Bu arada Albert Einstein da İstanbul Üniversitesi'ne davet edilmişti. Son anda Princeton Üniversitesi'nden gelen teklif üzerine ne yazık ki Amerika'ya gitti.
Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel' in batı klasiklerini Türkçeye kazandırma projesinde birlikte çalıştığı kişi ise yine bir Alman Musevi'si klasik filolog George Röhde idi. Önemli bilim adamları da özellikle tıp, botanik, jeoloji, kimya, biyokimya gibi alanlarda öğretim hizmeti verdiler. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde 12 enstitünün 9'unu, 17 klinikten 6'sını Alman hocalar yönetiyordu. Astrolog Benno Lansberger ile hititolog Hans Güterbock birlikte Anadolu'da çeşitli tarihi kazılar yaptılar ve bir kuşağın Türk arkeologlarını yetiştirdiler. Mülteci Alman hocalar ile İstanbul'da yaşayan Alman Cemaati birbirine uzak duruyordu. 1933 yılından itibaren Türkiye'ye gelen profesörler, sadece Musevi oldukları için Naziler tarafından görevinden alınan, alanlarının en ünlü ve önemli hocalarıydı.
Bu bilim adamlarının Türk Üniversitelerine yapmış olduğu büyük katkı ve ivme eğitim sistemimizin daha üst ve çağdaş seviyelere çıkmasını sağlamış; dahası onlardan ders almış öğrencilere ve yetiştirdikleri genç Türk bilim adamlarına da yön vermiştir.
Ve isyanım...
Evet, Yahudilerin neden Edirne'yi terk ettikleri merakım beni nerelere getirdi.
Şimdi Ey Nihal ATSIZ, ey Cevat Rıfat ATILHAN, Salim ÖZDEMİR, Cihat BABAN ve o günlerde her ne sebepten olursa olsun ırkçı tutum ve davranış sergileyenler; size soruyorum: Yaptıklarınızdan memnun musunuz?
Sizler Türkiye Cumhuriyeti tarihinde tek taraflı olarak hangi haklarınızdan vazgeçtiniz? O küçümsediğiniz, işkencelere layık gördüğünüz insanlar, Lozan'da kendilerine tanınan haklardan hiçbir karşılık beklemeden tek taraflı olarak vazgeçmişlerdi...
Onlardı İstanbul Üniversitesini, Ankara Üniversitesini gerçek hüviyetine kavuşturan; onlardı kendi alanlarında hepsi de kaliteli ve bilgili binlerce hâkim, savcı, avukat, araştırma görevlisi ve profesör yetiştiren... Hukukçu Andreas Schwartz, Richard Hönig, Ernest Hirch sayesinde Türk Hukuk Sistemi gelişmiş ve yine onların katkılarıyla dünyanın saygın üniversiteleri arasına girmiştir... Albert Einstein bile son anda gelme fikrinden cayarak Amerika'ya neden gitti biliyor musunuz? Onların bu memlekete yaptıkları katkılara bir bakın birde kendi marifetlerinize bir göz gezdirin... Aradan onca yıl geçti; şimdi hangisini beğeneceksiniz...
Hatta Topkapı Sarayı'nı gezip gördüğünüzde, Osmanlı padişahları zamanında bütün tabiplerin Yahudi oldukları gözünüze çarpacaktır. Onlar yaşadıkları topraklara her zaman hizmet etmiş, her alanda ellerinden gelen katkıyı ve özveriyi göstermişlerdir.
Şimdi bir Türk vatandaşı olarak gerçekten utanıyorum. Anılarımda bu insanlara yer vermezsem büyük bir eksiklik olacağını fark ettim. Evet, Sevgili Yahudi hocalarımız ve onların saygıdeğer halkı sizlerden özür diliyorum. Binlerce on binlerce özür diliyorum. 1934 Trakya Olaylarının hesabını sormayanlar, sizleri geç de olsa görevinizi yapmaya davet ediyorum...
05 Ekim 2006
Avukat Nusret Kadri Soycan