Bir Türk Yahudi Lobiciliğinden bahsedilebilir mi? Eğer böyle bir olgudan söz edilebilirse Türk dış politikasına gibi ne gibi katkıları olmuştur ve olabilir?
Denis Ojalvo'nun Galatasaray Üniversitesi'nde verdiği "Türk Yahudi Lobiciliği (Le Lobbysme juif en Turquie*)" konulu yüksek lisans tezinin ikinci bölümünü yayınlıyoruz
Çalışma Yöntemi
Türk Yahudi lobiciliğini iki bölümde inceledik: Birinci bölümün ilk kısmı, lobiciliğe ilişkin temel kavramlar hakkında bilgi vermeyi; İkinci kısmı, lobicilik bağlamında değerlendirme yapılabilmesi için, Türk-Yahudi ilişkilerini tarihsel perspektif çerçevesinde sunmayı amaçladı. İkinci bölümün birinci kısımda, Türkiye'ye uygulanan silah ambargosunun kaldırılması için TÜSİAD'ın 1975-1977 yıllarında Amerikan Kongresi nezdinde gösterdiği gayretler çerçevesinde Jak Kamhi ve Fred Burla'nın yaptığı katkılar; ayrıca, Avukat Mordo Dinar'ın ve Jak Kamhi'nin, 1980-1982 yıllarında T.C. Dışişleri Bakanlığının Genel Sekreteri Kâmuran Gürün'ün Yahudi Lobisi ile olan temaslarına katkıları incelendi. İkinci kısımda ise, Türk Yahudi lobiciliğinin, devletle ortaklaşa kurulmuş kurumsallaşmış vasatı olan 500. Yıl Vakfı'nın, Türk dış politikasına, yürüttüğü uluslararası halkla ilişkiler kampanyasıyla yaptığı katkı, 1988 ortasından 1992 senesi sonuna kadar olan süreyi kapsayacak şekilde incelendi. 1992, İspanya'dan sürgün edilen Yahudilerin Osmanlı topraklarına gelişlerinin 500. yılı olması vesilesiyle, 1988 ortalarında çalışmaları başlatılan halkla ilişkiler kampanyasının zirvesini oluşturuyordu.
Söz konusu son dönemin 1988 öncesinde, Turgut Özal'ın 1984 senesinden itibaren Yahudi örgütleriyle Jak Kamhi'nin desteğiyle temas aradığını görüyoruz.
1992 sonrası, 1996'da Türkiye - İsrail stratejik ilişkilerinin kurulmasıyla somutlaşan çıkış; Başbakan Bülent Ecevit'in 4 Nisan 2002 tarihinde, İsrail'in uğradığı terör saldırıları dolayısıyla silahlı kuvvetlerinin Cenin kentinde yapmış olduğu operasyonu "Soykırım" olarak nitelendirmesiyle inişin yaşandığı bir dönemdir. Bu ilişkiler, 18 Kasım 2002 tarihinde Adalet ve Kalkınma Partisi'nin iktidara gelişiyle bir belirsizlik dönemine girecek, İsrail'in terör saldırılarına cevap vermek için Gazze kentine operasyon düzenlemesini müteakip Türkiye'nin 8 Haziran 2004 tarihinde büyükelçisini istişareler için çağırmasıyla en derin krizini yaşayacaktı. İlişkiler T.C. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün 3 Ocak 2005 tarihindeki İsrail ziyaretiyle tekrar çıkışa geçecekti.
Türkiye'nin Kıbrıs'a müdahalesi ve Amerikan silah ambargosu
Türkiye ile Yunanistan arasındaki Kıbrıs anlaşmazlığı, Türk dış politikasının temel sorunlarından biri olmuştur. 1950'lerdeki dekolonizasyon yıllarında, Kıbrıs adasındaki yerli Rum ve Türk halkları arasında çatışmalar meydana gelecek ve kan dökülecekti. Anlaşmazlık, 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kuruluşuyla askıya alınacaktı. Çoğunluğu oluşturan Kıbrıslı Rumlar, adayı Türklerden arındırıp Yunanistan'a bağlamak gayretindeydi. Bu çerçevede 1963 yılından itibaren yapılan katliamlar, 1964 yılında Türk uçaklarının uyarı uçuşları yapmasıyla ABD ile Türkiye arasında, aralarındaki 12 Temmuz 1947 tarihli anlaşmaya atıfta bulunan ve verilen silahların sadece savunma amaçlı kullanılabileceğine işaret eden "Johnson Mektubu" ile somutlaşan bir krizin yaşanmasına sebep olacaktı. 10 sene sonra, Rum Milli Muhafızlarının Ada'da 1974 yılında yapıkları darbeye tepki olarak, 1959 Zürich ve Londra anlaşmalarının garantör devlet olarak Türkiye'ye tanıdığı haklar çerçevesinde Türkiye'nin Ada'ya müdahalesi ve %40'ını işgal etmesi, Amerika'daki Yunan lobisinin Kongre nezdinde girişimlerde bulunmasına ve yönetimin Türkiye'ye 5 Şubat 1975'ten itibaren geçerli olmak üzere silah ambargosu uygulamasına sebep olacaktı. Yunan Lobisi bu girişimi için ABD'deki Ermeni Diasporasından destek görecek, Yunan Lobisi de aynı desteği, haklarını arama yöntemi olarak terörü seçen Ermenilerin soykırım iddialarına verecekti. TÜSİAD heyetinin ambargonun kaldırılması için giriştiği 1975 senesindeki ABD ziyareti bu arka planda gerçekleşti. Aynı heyet ambargonun kaldırılması gayretlerini 1977'de yapılan ikinci bir ziyaretle sürdürecekti. Türk Yahudi'si, sanayici, Jak Kamhi her iki heyette faal bir şekilde yer alacak ve Türk-Amerikan ilişkilerinin seyrine katkıda bulunacaktı. İki ülke arasındaki muhtelif krizlerden sonra, silah ambargosu nihayet 15 Ağustos 1978 tarihinde kaldırılacaktı.
12 Eylül 1980 müdahalesi rejimi ve Yahudi Lobisi ile sondajlar
1975 senesinden beri değişik şekillerde zuhur eden anarşi, kökten dincilik ve siyasi belirsizlik 12 Eylül 1980 tarihinde Türk ordusunun yönetime el koymasıyla neticelendi. Askeri rejimin ilan ettiği örfî idare zarfında yapılan tutuklamalar, Kıbrıs Sorunu ve soykırım iddialarının sıkıştırdığı Türk dış politikasını daha da zora sokacaktı. Bu arka plan çerçevesinde, Mordo Dinar'ın ve Jak Kamhi'nin askerî rejime destek olduklarını ve söz konusu rejimin tabiatını Avrupalılara ve Amerikalılara izah etme ve yurt dışında Türkiye yanlısı bir lobi oluşturma görevini üstlenen Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Kâmuran Gürün'e bu girişimlerinde, Yahudi örgütleriyle temaslar ayarlayarak yardımcı olduklarını görüyoruz. Gürün'ün bu gayretleri, generallerin desteğine mazhar olmakla beraber, Suudi Arabistan'dan beklenen 250 milyon Dolarlık kredi ve Kıbrıs için Arap-Müslüman dünyasından beklenen ekonomik ve siyasi destek yüzünden bir netice vermeyecekti.
Türk Yahudi lobiciliğinin kurumsallaşması ve 500. Yıl Vakfı
1983 senesi askerî rejimle birlikte son bulurken, bu rejim esnasında önemli görevler üstlenmiş olan Turgut Özal demokratik bir seçim neticesinde başbakanlığı elde ediyordu. Özal, 1985 senesinde ABD'ye yaptığı ziyarete beraberinde, ona ABD'deki Yahudi örgütleriyle temaslarında yardımcı olacak, Jak Kamhi'yi de götürüyordu. Özal, 1980-1982 yıllarında Dışişleri bakanlığı eski Genel Sekreteri Gürün'ün Dinar ve Kamhi vasıtasıyla açtığı yoldan gidecekti.
Türkiye Yahudi Toplumunun lobicilik faaliyetleri arifesinde, Türkiye, ciddi uluslararası sorunlarla karşı karşıyaydı. Bunların arasında, Türkiye'nin Ada'nın kuzeyini işgaliyle çetrefilleşen Kıbrıs Sorunu, Yunanistan'la olan karasuları sorunu, Ermenilerin Birinci Dünya savaşı esnasında Osmanlı devrinde uğradıkları kıyımın nevi (soykırım) konusundaki iddiaları, 15 Ağustos 1984 tarihinde bir jandarma karakoluna yapılan saldırı ile tekrar ortaya çıkan ayrılıkçı Kürt hareketi, Irak'ın bu ayrılıkçı Kürtlere topraklarında sağladığı örgütlenme imkânları, Suriye'nin Hatay ve ayrıca Fırat'ın suları üzerindeki hak iddialarıyla bunları elde etmek için bir baskı aracı olarak Kürtlere destek vermesi, Yunan ve Ermeni etnik lobilerinin etkisi altında olan Amerikan Kongresi ve Başkanlık Yönetimi ile diyalog sorunları; Kıbrıs, Ermeni ve Kürt sorunlarıyla, sol militanların tutuklanmasının doğurduğu insan hakları ihlallerinin batı Avrupa ülkeleriyle yarattığı gerilim, İran'ın Türkiye'ye rejim ihraç etme gayretleri, Bulgaristan'daki Türk azınlığının yaşadığı sorunlar, 24 Ocak 1980 kararlarına rağmen kırılgan durumdaki ekonomiyi, saymak mümkündür. 1987-1990 seneleri özellikle, çoğu zaman birlikte hareket eden üç grubun (Yunan, Ermeni ve Kürt) düşmanca tavır ve eylemlerine sahne oldu. 29 Eylül 1989 tarihinde senatör Robert Dole'un SJ 212 numaralı, 24 Nisan 1990 tarihinin "1915-1923 tarihlerinde gerçekleşen Ermeni Soykırımının 75. Yıldönümü olarak anılması" tasarısı, T.C. Devleti'nin Türkiye Yahudi Toplumuyla beraber giriştiği "imaj düzeltme" faaliyetlerinin arka planını oluşturuyordu. 500. Yıl Vakfı, İspanya'dan sürgün edilen Yahudilerin Osmanlı Türkiye'sine kabullerinin 500. senesini 1992 yılında kutlamak ve bu vesileyle uluslar arası bir halkla ilişkiler kampanyası yürütmek için kurulacaktı.
Fikri 1982 senesinde ortaya atılan ve Türkiye çapında yapılması düşünülen bu kutlamalar, 1986 senesinde Theodore Mann başkanlığında Türkiye'ye gelen Amerikan Yahudi Kongresi (American Jewish Congress) heyetinin Ankara'da, ABD büyükelçisi ve Türkiye Yahudi Toplumu temsilcilerinin huzurunda, Dışişleri Bakanlığı yetkililerince, söz konusu kutlamaların dünya çapında yapılacağının ilan edilmesiyle, uluslararası bir nitelik kazanacaktı. Bu projenin uygulamaya konulması, örgütleme kapasitesi ve finansal gücü olan bir kişinin bu işin liderliğini üstlenmesiyle mümkündü. Türkiye Yahudi Toplumu yöneticileri bu iş için en uygun olan kişi olan Jak Kamhi'ye başvurdular. Kamhi ve arkadaşları 27 Haziran ve 15 Temmuz 1988 tarihinde yaptıkları toplantılarla bu amaca yönelik bir vakfın kuruluş çalışmalarını başlattılar. Bu amaçla, devletin desteğiyle, belli başlı Müslüman ve Musevi işadamlarını, politikacılar, emekli asker ve bürokratları, sanatçıları ve akademisyenleri seferber edip 19 Temmuz 1989 tarihinde 500. Yıl Vakfı'nı resmen faaliyete geçirdiler. Türkiye reklamcılığının babası sayılan Eli Aciman'ın bu projeyi uluslararası alanda yönetebilecek halkla ilişkiler firmasının seçimi ve bunun çalışma esaslarının tespiti konusunda büyük hizmetleri oldu. Sarf edilen gayretler Amerikan kamuoyunu ve onu oluşturan birçok Amerikan Yahudi örgütünü ve bunların oluşturduğu federasyonları Türkiye konusunda bilgilendirecek ve onun lehinde seferber edecekti.
12 Mart 2008
Denis Ojalvo