You are using an outdated browser. For a faster, safer browsing experience, upgrade for free today.

Nazi Almanya’sında Üniversitelerin Durumu [1]

Almanya, 1933 yılında Adolf Hitler’in başa gelmesiyle Nasyonal Sosyalist görüşün boyunduruğu altına girmiştir. Weimar Cumhuriyeti adı, 3. Alman İmparatorluğu olarak değişmiş, Lider Hitler’in (Führer) diktatörlüğü başlamıştır. 30 Ocak 1933 tarihinde kesinleşen bu değişim, beraberinde hem devlet yönetim sisteminde hem de toplumsal düzende kanunlarla belirlenen bir dizi düzenlemeyi getirmiştir. Hitlerin, arı Alman ırkının devletin ve toplumun temelini oluşturması isteğine yönelik, iş yerleri ve toplumdan Yahudi kökenli vatandaşların tasfiyesi konusundaki çalışmaları, başa geldiği tarih itibarıyla derhal başlamıştır. Bu doğrultuda yapılmış kapsamlı bir düzenleme, devlete bağlı kurumlarda arı ırktan olmayanların çalışamayacağına dair, devletin resmî gazetesinde 7 Nisan 1933 tarihinde yayınlanmış kararla halka bildirilmiştir. Karar sadece devlet kurumlarından tasfiyeyi değil, gerekli görülmesi durumunda meslekten men edilmesini de içermektedir ve yayınlandığı tarih itibariyle uygulanmaya başlamıştır. Zamanla, hükümetin kararlarına muhalif olan, fakat Yahudi olmayan kişiler de “Hitler’e ve devlete muhalif, istenmeyen kişiler” olarak baskı görmüş, işinden olmuş ve hatta ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. 

Söz konusu kararın yayınlanmasından sonra gerçekleşen işten çıkarılmalar, çağın gelişmelerine uygun olarak öne çıkan ve gelişmekte olan sosyoloji, ekonomi, siyaset bilimi, psikoloji, biyokimya, atom fiziği gibi bilim dallarına Almanya’da ağır bir darbe vurmuştur. Mart 1933’te Leipzig’te yürütülmüş Üniversitelerin Millileştirilmesi Kongresi sonrasında yürürlüğe giren bu karar üniversiteler için bir dizi yeni uygulama ve kuralı da beraberinde getirmiştir. Dersliklerde “Hitler-Selamı” verilmesi, alanların nasyonal sosyalist amblem ve göstergelerle donatılması, üniversitede yürütülecek resmi organizasyonlarda veya Hitler’e sadakati gösteren törenlerde ve yemin törenlerinde siyah veya kahverengi üniforma giyilmesi zorunlulukları bunlardan bazılarıdır. Ayrıca akademisyenlerin, Hitler’in talep ettiği toplanmalara, askeri düzende yapılacak savunma tatbikatlarına veya nasyonal sosyalist meslek birliklerine ve onların toplantılarına katılmaları da zorunlu hale gelmiştir. Arı ırktan olmayanlara yönelik uygulamalar ise sadece akademisyenlerin işten çıkarılmasını değil, yetişmekte olan akademisyenleri ve üniversite öğrencilerini de kapsamaktadır. Yahudilere, Nisan 1933 itibariyle tıp öğrenimi hakkı, 13 Kasım 1933 itibariyle tıp doktoru unvanı verilmesi, 12 Nisan 1933 itibariyle Alman Öğrenci Birliği üyeliği, 19 Aralık 1933’te ise öğretmenlik eğitimi ülkenin tüm üniversitelerinde yasaklanmıştır. 17 Temmuz 1934’te alınan bir kararla devlete, vatandaşlıktan çıkarılan Yahudilerin diplomalarını iptal etme hakkı da tanınmış, 13 Aralık 1934 tarihli “İmparatorluk Doçentlik Yükseltmesi Kanunu” ile, doçentlik unvanı için arı ırk olmak şartı getirilmiştir. Tüm bu uygulamalar sonucunda Almanya Üniversitelerinden 1933/34 döneminde 1684 akademisyen işinden ayrılmak zorunda kalmıştır. 1938 yılına gelindiğinde Almanya’nın toplam akademisyen sayısının %39’u, yayınlanmış bu karar ve kanunlar kapsamında tasfiye edilmiştir.

Philipp Schwartz, 19 Temmuz 1894 tarihinde Macaristan’da dünyaya gelmiştir. Anne ve babası da Macaristan doğumlu, ikisi de Yahudi kökenlidir. Schwartz’ın uzmanlık alanı patoloji olup, meslek icrası da üniversitede Patoloji Profesörlüğüdür.

1920-33 yılları arasında Frankfurt Üniversitesi Patoloji Enstitüsü’nde çalışmıştır. 1927-33 yılları arasında aynı enstitüde Genetik Patoloji ve Patoloji Anatomisi dalında profesör olarak görev yapmış, Nazi rejimi uygulamalarından dolayı Mart 1933’te İsviçre’ye kaçmak zorunda kalmıştır. 1933-45 yılları boyunca, kendisinin kurduğu Yurtdışındaki Alman Bilim Adamları için Acil Yardım Birliği’nin başkanlığını yürütmüştür. Ekim 1933’te ilk görüşmeler için aldığı çağrıyla Türkiye’ye gitmiş ve süreç içinde 200 civarında bilim insanı ve çeşitli sanat dallarından göçmenlerin Türkiye’ye gelişini sağlamıştır.

Schwartz, Hitler’in Yahudi vatandaşlara yönelik uygulamalarının başlamasıyla ilk tehlikeye girenlerden biri olarak apar topar ülkeden ayrılarak, İsviçre’ye, kayınpederi doğa bilimci Sinai Tschulok’un yanına gitmiştir. Aynı sıralarda Türkiye’de bulunan Albert Malche’nin çalışmalarından, Mayıs 1933’te bir arkadaşının kendisine gönderdiği mektupla haberdar olmuştur. Arkadaşı, Malche’nin Türkiye’de yürüttüğü çalışmayı ve kendisiyle iletişime geçebileceğini söyledikten sonra, Malche’nin Yahudi olmadığını da bilgi olarak eklemiştir. Schwartz, İsviçre’ye vardıktan iki ay sonra, Nazi rejiminin sebep olduğu kitle çılgınlığının mağdur ettiği bilim insanlarının yer aldığı uzun bir listenin eline geçtiğini aktarmaktadır. Kendisinin kurduğu Yurtdışındaki Alman Bilim Adamları için Acil Yardım Birliği’ne, Zürcher Zeitung isimli gazetede birliğin kurulduğunun ilan edilmesiyle başvurular ardı ardına gelmiştir. Aynı sırada, Atatürk’ün Türkiye’de başlattığı üniversite reformundan haberdar edilmesini kızı Susan Ferenz Schwartz “Bunlarla aynı anda Atatürk inanılmaz bir teklifle yetişti” diyerek ifade etmektedir. 

Philipp Schwartz’ın kendi aktarımından alınan bilgiye göre, Türkiye ile hemen iletişime geçmiş, kendisinden mucize beklendiği cevabını almıştır. Organize edilebilmesi durumunda - ki bunu yapması beklenen kişi Schwartz’dır- derhal 30-40 kişilik bir akademisyen kadrosunun üniversitede tahsis edilebileceği bildirilmiştir. Türkiye’nin desteğini ve hazırlığını, kendisinin görüşmesinde Türk yetkililerince söylenmiş olduğunu aktardığı “İnsanlarınızı getirin, biz de gerekeni yapacağız. Gençlerimizi Avrupa’ya gönderemiyoruz, ama Avrupalı bir üniversiteyi burada kurmak istiyoruz ve kurabiliriz” şeklindeki alıntıyla açıklamaktadır. Schwartz için Türkiye’ye sığınma imkânı kadar, Türkiye’ye hizmet edecek olmak, oraya katkı sağlamak ve orada olmayan bir şeyi oraya götürmek de çok önemli olmuştur.

Türkiye, Schwartz’ın organizasyonel yönünü dikkate almış, bu göç hareketini kendisiyle çalışarak yönetmiştir. Schwartz da, daha 1933 yılında ilk görüşmeden sonra, kendisine iletilen tıp alanındaki ihtiyaçlar doğrultusunda, titiz bir çalışma yürütmüş, çok iyi referanslı olan adayları arayıp bulmuştur. Nitekim Türkiye’nin o dönemki ihtiyaçları çerçevesinde, Türkiye’ye göç edenler arasında tıp alanından kişiler çoğunlukta olmuştur51. Schwartz’ın, kendisi dışındakilere de, topluluğa yardım ve hizmette, yürüttüğü işlerde titizliğini göstermesi bakımından, Rockefeller Vakfı ile yaptığı görüşmeler de önemlidir. 

Schwartz, göç hareketini organize ettiği ilk dönemde hemen bu vakıfla da iletişime geçmiş ve Türkiye’ye göç konusunda desteğini istemiştir. Talebini, Türk Hükümetinin, göç etmelerine yardımcı olmak için elinden geleni yaptığını, olabildiğince işlerini kolaylaştırdığını, fakat Rockefeller Vakfı desteğinin bu konumdaki göçmenlerin saygınlığını arttıracağını ifade ederek iletmiştir. Schwartz’ın bu talebi Vakfı harekete geçirmiş, destek sağlamaya yönlendirmiştir. Vakıf, 1934 yılı başlarında ise Türkiye’deki bu göçmenlerin uyumunu ve üniversite reformu konusundaki katkılarını incelemek üzere bir denetçi göndermiştir. Bu kişinin dikkatli gözlemleri neticesinde Schwartz ve Türk Üniversiteleri hakkında aldığı notlar dikkat çekicidir. R.A. Lambert adındaki denetçi, Schwartz’ı, durumun gerektirdiği dinamiklikte olan bir lider olarak tanımlamıştır. Fakat Türklerin yeteneği konusunda abartılı bir iyimserlik içinde olduğu görüşündedir. Bu görüşü, Schwartz’ın, Türk öğrencileri, Alman öğrencilere göre daha ciddi ve hevesli olarak gördüğünü, Orta Avrupa gençlerindeki bıkkınlık haline sahip olmadıklarını bildirmiş olmasına dayanmaktadır. Derslerin tercümanlar aracılığıyla yürütülmesinin; öğrencilerin yeterince Almanca bilmemesi ve Schwartz’ın da yeterince Türkçe bilmemesinin, Schwartz’ı öğrencilerin durumunu değerlendirmede yanılttığını düşünmüştür. Schwartz’ın Türkçeyi çabuk öğrendiği ve Macarcanın ona bu noktada yardımcı olduğu da Lambert’in raporunda aktarılmıştır. Schwartz, Rockefeller Vakfı’ndan, 1933 yılında önemli bir istekte daha bulunmuştur. Türkiye’de çalışmaya başladığında, alanında ün salan ve 1934’te Türkiye’ye gelen İran Şahı, Şah Rıza Pehlevi’nin de dişlerini yapan diş hekimi Alfred Kantorowicz’in, tutulduğu toplama kampından çıkarılıp, Türkiye’ye gönderilmesi için vakfın desteğini talep etmiştir. Kantorowicz’in o sırada, Türkiye’deki işi için karşılıklı imzalanmış sözleşmesi olmasına rağmen, Alman Hükümeti tarafından alıkonulmuş, Schwartz’ın çabaları sonunda ise Türkiye’ye göç etmesi sağlanmıştır.

Türkiye’nin uygulamaları ve Schwartz’ın iş birliği ile 1933-39 yılları arasında, 139 bilim insanı görevlendirilmiştir. Bu kişilerin görevlendirilme dağılımları Biographisches Handbuch der deutschsprachigen Emigration nach 1933 başlıklı, Alman göçmenler hakkındaki kapsamlı çalışmada 1933-39 yılları için aşağıdaki gibi verilmiştir:

İstanbul Üniversitesi’nde görevlendirilen Öğretim Üye ve Elemanlarının dağılımı;

Tıp Fakültesi                                      19 Profesör, 20 Asistan, 7 Yardımcı

Matematik ve Fen Bilimleri            17 Profesör, 4 Asistan

 Edebiyat Fakültesi                           10 Profesör

Hukuk                                                 10 Profesör

Ankara Üniversitesi’nde görevlendirilen öğretim üyelerinin ülke dağılımları;

Konservatuar                                  12 kişi Almanya’dan, 9 kişi Avusturya’dan 

Dil, Tarih, Coğrafya                         5 kişi Almanya’dan, 1 Kişi Avusturya’dan

Tıp Fakültesi                                     7 kişi Almanya’dan, 1 Kişi Avusturya’dan

Ziraat Fakültesi                                3 kişi Almanya’dan, 1 kişi Avusturya’dan

Siyaset Bilimi                                    1 kişi Almanya’dan, 1 kişi Avusturya’dan

 

Einstein’ın Türkiye’ye mektubu

 

Hitler’in 1933 Ocak ayında başa geçmesi ile birlikte Yahudilere ve muhaliflere karşı ağır bir baskı uygulamaya başladı. Bu baskıyı yaşayanlardan biri de Prof. Albert Einstein idi.

Albert Einstein, yaşamını ve meslek hayatını zorlaştıran Nazi baskısına dayanamayıp Paris'e taşındı. Ancak Almanya'da bulunan Yahudi profesörler hala güvende değillerdi. Bu değerli ve tecrübeli insanlar sığınacakları güvenli bir ülke arıyorlardı. Tam da bu nedenden ötürü 17 Eylül 1933 tarihinde Albert Einstein imzasını taşıyan bir mektup T.C. Başbakanlığına gönderildi.

Kaynak: Başbakanlık Cumhuriyet arşivi, ref: 030.10..116.810.9

Ekselansları;

Dünya Birliği’nin şeref başkanı olarak, Almanya'dan 40 profesör ve doktorun bilimsel ve tıbbi çalışmalarına Türkiye’de devam etmelerine müsaade vermeniz için başvuruda bulunmayı ekselanslarından rica ediyorum. Sözü edilen kişiler, Almanya’da yürürlükte olan yasalar nedeniyle mesleklerini icra edememektedirler. Çoğu geniş tecrübe, bilgi ve ilmi liyakat sahibi olan bu kişiler, yeni bir ülkede yaşadıkları takdirde son derece faydalı olacaklarını ispat edebilirler. Ekselanslarından ülkenizde yerleşmeleri ve çalışmalarına devam etmeleri için izin vermeniz konusunda başvuruda bulunduğumuz tecrübe sahibi uzman ve seçkin akademisyen olan bu 40 kişi, birliğimize yapılan çok sayıda başvuru arasından seçilmişlerdir. Bu bilim adamları, bir yıl müddetle, hükümetinizin talimatları doğrultusunda kurumlarınızın herhangi birinde hiçbir karşılık beklemeden çalışmayı arzu etmektedirler. Bu başvuruya destek vermek maksadıyla, hükümetinizin talebi kabul etmesi halinde sadece yüksek seviyede bir insani faaliyette bulunmuş olmakla kalmayacağınızı, bunun ülkenize de ayrıca kazanç getireceği ümidimi ifade etme cüretini buluyorum.

Ekselanslarının sadık hizmetkârı olmaktan şeref duyan,

Prof. Albert Einstein.

Bu mektubu okuyan dönemin Başbakanı İsmet İnönü, mektubu o dönemde görev yapan Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip Bey'e gönderdi. Lakin sonuç olumsuzdu. Ve İsmet İnönü, Einstein'a şu cevabi mektubu gönderdi:

“Sayın Profesör[2]

Almanya’yı idare eden kanunlar yüzünden artık bilimsel ve tıbbî çalışmalarını Almanya’da yürütemeyecek olan kırk profesör ve hekimin Türkiye’ye kabul edilmelerini isteyen 17 Eylül 1933 tarihli mektubunuzu aldım.

Bu beylerin hükümetimizin emirleri altında müesseselerimizde bir sene boyunca ücretsiz olarak çalışmayı kabul edeceklerini de not ettim.

Teklifinizin çok cazip olduğunu kabul etmeme rağmen bu teklifinizi ülkemizin kanun ve nizamnameleriyle uyuşturma imkânı görmediğimi söylemek zorundayım.

Sayın Profesör, bildiğiniz gibi kırktan fazla profesör ve hekimi mukavele ile istihdam ettik. Bunların çoğu mektubunuzun konusu olan profesör ve hekimlerle aynı siyasi şartlar içinde bulunmakta ve onlarla aynı vasfa ve kapasiteye sahip. Bu profesör ve hekimler hali hazırda geçerli olan kanun ve nizamnamelere uyarak bizde çalışmayı kabul etti.

Şu anda menşei, kültür ve dilleri açısından çok değişik üyeleri ihtiva eden ve hassas bir mekanizma olan bir organizmayı kurmaya çalışıyoruz. Bu nedenle içinde bulunduğumuz şartlarda bu beylerden daha fazla sayıda personel istihdam etmemiz maalesef mümkün olmayacaktır

Sayın profesör, isteğinizi tatmin edememekten dolayı üzüntülerimi bildirir, en derin hislerime inanmanızı rica ederim”.

Kaynak: Başbakanlık Cumhuriyet arşivi, ref: 030.10.116.810.3

Talep reddedilmişti. Fakat buna rağmen Einstein'in istediği 40 bilim insanı olmasa da, toplamda 190 kadar Alman bilim insanı Atatürk sayesinde Türkiye’ye geldiler ve o zorlu dönemde çalışma imkânı buldular. Başbakan İnönü ve kabinesinin muhalefetine rağmen bu önemli bilim adamlarına Atatürk Türk üniversitelerinin kapsını aralamaktan çekinmemiştir.

Türkiye'ye sığınan Almanlardan bazı isimler[3]

- Albert Malche: Cenevre’li pedagoji profesörü ve siyaset bilimcisi, mevcut Türk üniversitelerinde reform ihtiyaçlarını ve imkânlarını araştırmak ve gerekli önerileri yapmak üzere Türk Hükümeti tarafından görevlendirildi. Albert Malche’nin verdiği bilgiler, Mustafa Kemal Atatürk başkanlığındaki Türk Hükümetine ve Eğitim Bakanı Reşit Galip’e benzersiz bir fırsat sundu. Bu fırsat şuydu: Almanya’daki Nazi rejimi nedeniyle göç etmek zorunda kalan tanınmış bilim insanlarının Türkiye’deki üniversite alanında yapılması istenilen reform çalışmalarında yer almalarıydı, örneğin İstanbul’da ve daha sonra Ankara’da tümüyle Batılı bir üniversitenin kurulması gibi.

- Prof. Philipp Schwartz: İsviçre’de kurulan ‘Yurt dışındaki Alman Bilim İnsanları Dayanışma Birliği’ adına 1933 yılında Türk Milli Eğitim Bakanıyla Türkiye’ye Alman profesörleri ve bilim insanlarının gönderilmesi ile ilgili oluşturan sözleşmeyi imzaladı.

- Prof. Ernst Reuter: 1935–1946 arasında Türk Ulaştırma Bakanlığında idari ve trafik konularında uzman olarak çalıştı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde yerel politika ve şehir planlaması profesörü olarak görev yaptı ve Şehir Planlaması Enstitüsünün kurulmasında yer aldı.

Almanya Büyükelçiliği Özel Okulu bugün Ernst Reuter’in ismini taşıyor.

- Prof. Dr. Jur. Ernst E. Hirsch: 1933’den sonra İstanbul ve daha sonra Ankara Üniversitesinde ticaret hukuku, hukuk sosyolojisi ve hukuk felsefesi profesörü olarak görev yaptı.

- Prof. Dr. rer.pol. Gerhard Kessler: 1933–1951 arasında İstanbul Üniversitesinde ekonomi politikası dalında profesör olarak görev yaptı ve 1946’da Orhan Tuna ile birlikte ilk Türk sendikasının kuruluşunda yer aldı.

- Prof. Dr. rer.pol. Fritz Neumark: 1933–1951 arasında İstanbul Üniversitesinde ekonomi politikası alanında profesör olarak görev yaptı ve aynı alanda Türk Hükümetinin de danışmanıydı.

- Prof. Dr. rer. pol. Alexander Rüstow: 1933–1949 arasında İstanbul Üniversitesinde ekonomi tarihi ve ekonomi coğrafyası profesörü olarak görev yaptı.

- Prof. Paul Hindemith: Hindemith 1935–1937 arasında 4 kez Türkiye’ye geldi ve Ankara’da bir devlet konservatuarının kurulması ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının yenilenmesi için öneriler hazırladı. Bunun için Ernst Praetorias, Eduard Zuckmayer, Carl Ebert ve Licco Amar gibi uzmanların görevlendirilmesini önerdi.

- Dr. phil. Ernst Praetorius: Felsefe hocası Praetorius 1933’te Nasyonal Sosyalistleri protesto amacıyla Weimar’da Müzik Genel Müdürü görevinden istifa etti. 1935’ten itibaren Ankara’da konservatuarın kurulması ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının yeniden yapılandırılması için görevlendirildi.

- Carl Ebert: 1936’da tiyatro okullarının kurulmasına yönelik bilirkişi raporu sundu ve devlet konservatuarında öğretim görevlisi oldu.

- Eduard Zuckmayer:1936’dan itibaren P. Hindemith ve C. Ebert ile birlikte Ankara Devlet Konservatuarını kurdu ve yönetti. Zuckmayer, vefat ettiği 2 Temmuz 1972 tarihine kadar Ankara’da kalarak üniversitede öğretim görevlisi, konser piyanisti, orkestra şefi ve Türk Hükümetinin danışmanı olarak görev aldı.

- Bruno Taut: mimar ve şehir planlamacısı: “Neues Bauen” adıyla tanınan ‘çağdaş mimarlığın’ en tanınmış temsilcisiydi. 1936’dan, vefat ettiği 1938 yılına kadar İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinde profesör olarak görev yaptı. Aynı dönemde Mimarlık Bölümü Başkanlığı yaptı ve Milli Eğitim Bakanlığı İnşaat Bölümünde görev aldı. Taut, W. Schütte, Schütte –Lihotzky, Deppler, Hillinger gibi meslektaşlarıyla okul binalarının projelerini hazırladı ve 1937’de çizdiği projeye göre Ankara Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Binası inşa edildi.

- Clemens Holzmeister: 1940’da hem İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim görevlisi olarak görev aldı hem de Atatürk’ün emriyle Başkent Ankara’daki Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Çalışma Bakanlığı binalarının projesini ve inşaa edilmelerini üstlendi.

- Hans Gustav Güterbock, 1936-1948 arasında Ankara Üniversitesi arkeoloji bilim dalında öğretim görevlisi oldu.

               

 

 

[1] Melda Keser, “PHİLİPP SCHWARTZ: TÜRKİYE’YE VE ALMAN GÖÇMENLERE KATKILARI”, AUSBD, 2020, 3 (5), 75-89

[2] Rıfat Bali, EİNSTEİN’I TÜRKİYE’YE KİM DAVET ETTİ?

[3] https://tuerkei.diplo.de/tr-tr/deutschland-und-die-tuerkei/03-deutschland-und-die-tuerkei/kultur/-/1797648